Atatürk ve Güreş

 Atatürk ve Güreş

ATATÜRK VE GÜREŞ

EN ÇOK GÜREŞİ SEVERDİ

Atatürk, sporlar arasında en çok güreşi severdi. Bu nedenledir ki, onun güreşle ilgili anıları hem çoktur, hem de ilginçtir.

Atatürk ve Güreş

19 Eylül 1933 gecesi İstanbul`da Maksim Gazinosu salonunda yapılan Türkiye-İtalya milli güreş karşılaşmasını radyodan naklen yayınını Dolmabahçe Sarayı`nda ilgiyle izleyen Atatürk, heyecanını yenememiş ve müsabakaları görmek üzere beraberindekilerle birlikte kalkıp Maksim`e gelmişti. Atatürk`ün Maksim`e gelmek üzere Dolmabahçe Sarayından ayrılmak üzere olduğu haberi kendisine iletilen organizatör ve spiker Said Çelebi büyük bir heyacana kapılmıştı. Haksız da değildi; zira Maksim salonu iğne atılsa yere düşmeyecek derecede hınca hınç dolu haldeydi. çelebi, bu unutulmaz anı şöyle hikaye etmektedir:

” .. Başım sıkıştığı her zaman olduğu gibi, çeneme müracaat ettim. Mikrofonu bırakıp yüksekçe bir yere çıktım. Avazım çıktığı kadar ” Gazi Hazretleri teşrif ediyorlar, yer açın !” diye bağırdım. O mahşeri kalabalık bir anda heyecan içinde dalgalanıverdi. Millet birbirini çiğnercesine yol açtı. En ön sıraya koltuklar konuldu. Bu esnada Atatürk, maiyetiyle birlikte kapıda göründüler..

Atatürk`ün salona girişiyle, minderdeki güreş de durmuştu. Bu sırada minderde Arabacı İsmail güreşiyordu. Atatürk, salonu pek sıcak bulmuş ve onun emriyle bütün pencereler açılmıştı. Bundan sonra güreş kaldığı yerden devam etmiş ve Arabacı İsmail, İtalyan rakibini sayıyla yenmişti.

Bundan sonra sıra, Saim Arıkan`ın İtalyanların en ünlü güreşçilerinden biri olan büyük şampiyonları Lombardi ile yapacağı maça gelmişti. Bu maçı da Saim Arıkan`dan dinleyelim:

” .. Sıra bana gelmişti. Heyecanım son haddini bulmuştu. Gongun bir an önce vurmasını bekliyordum. 72 kiloda karşımdaki rakip de İtalya şampiyonu ve Avrupa ikincisi olan meşhur Lombardi idi. O zamanki güreşler onar dakikalık iki devreden ibaretti, yirmi dakika sürerdi. Nasıl güreştiğimi hatırlamıyorum. Fakat sonradan bana anlattıklarına göre, fırtına gibi güreşmişim; adeta kedi fare ile oynar gibi oynamışım Lombardi ile. Atatürk güreşe kendini o kadar kaptırmış ki, heyecandan yerinde duramıyormuş. Hayatımda bundan daha zevkli, bundan daha heyecanlı bir şey gördüğümü hatırlamıyorum, diyormuş hep. Maçın daha birinci devresi bitmeden; 9 dakika 30 saniyede İtalyan`ın sırtını mindere yapıştırdım. Aynı anda İtalyan`ın üzerinde iken, başımı çevirip Atatürk`e baktım. O koca adam, o kahraman kumandan ayakta, ellerini havaya kaldırmış, “Yaşa Saim!” diye bağırıyordu. Benim için bundan daha büyük mükafaat, bundan daha unutulmaz bir an olabilir miydi ? .”

Türk güreşinin bu tarihi olayı Türkiye İdman Cemiyetleri İttifaki`nın 25 Ekim 1933 günü Ankara`da yapılan VII. Genel Kongresi`nde Güreş Federasyonu Başkanı Ahmet Fetgeri Açeni`nin raporunda şöyle naklediliyordu:

“..19 Eylül 1933 günü İtalyanlarla yapılan üçüncü müsabakayı büyük ve kıymetli vücutlarıyla şereflendiren Ulu Gazi Maksim Salonu`nun fazla izdihamını görünce kudretli muhakemeleriyle bu salonda müsabakaların yapılamayacağını işaret buyurdular ve açılması mümkün olan hava deliklerinin derhal açılmasını emrettiler. Nitekim müsabakayı şereflendirmek suretiyle Türk gençliğine en büyük zaferini kazandırmış olan Büyük Gazi`mize salonun müsadesizliği yüzünden borcumuz olan istirahatle esbabının temin edilememiş olması Federasyonumuzu harkulade müteessir ve muazzep etmiştir. Hiç şüphe yoktur ki, alakadar bütün makam ve zevat da bizim duyduğumuz teessürü aynen duymuşlardır..”

Daha sonra yine aynı raporda şu satırlara rastlanır:

“..19 Eylül 1933 Çarşamba akşamı İstanbul`da Maksim Salonu`nda İtalyanlarla yaptığımız güreş müsabakası eşsiz Büyük Gazi`mizin yüksek huzurlarıyla pek büyük şerefe mazhar olmuştur ve güreşçilerimiz yüce rehberlerinin önünde çarpışmak saadetine kavuşmuşlar ve bu suretle en bahtiyar ve en tarihi günlerini yaşamışlardır. Şimdiye kadar hiçbir spor şubesinin ulaşamadığı bu büyük zafere güreşimiz erişmiştir. Sporumuzun erdiği şerefli günü her sene kutlamak amacıyla 19 Eylül günleri bütün güreş bölgelerinde Ulu Gazi Güreşleri adı altında müsabakalar yapmak istiyoruz. Bu bayramın büyük kongremizce kabul ve tasdik edilmesini teklif ve rica ediyoruz..”

Güreş Federasyonu`nun bu teklifi Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı`nın VII. Genel Kongresi tarafından kabul ve tasdik edilmiş olmasına rağmen “Ulu Gazi Güreşleri” gerçekleşememiştir…

ÇOBAN MEHMET İLE

Balıkesir meralarında çobanlık yaparken akranlarıyla güreşleri seyreden Balıkesir Kumandanı Hikmet Paşa, onu İstanbul`a göndermişti. Burada yetişip parladı Koç Çoban Mehmet. 1928-1940 yılları arasında Milli Güreş Takımımız ağır sıkletini kimselere bırakmaz ölümsüz bir ün yaptı. Atatürk`ün pek sevdiği ve alnından öptüğü güreşçiydi Çoban Mehmet.

İtalyanları yenen Milli Güreş Takımı Florya`daki Cumhurbaşkanlığı Köşkü`nde Büyük Atatürk tarafından davet ve kabul olunup yemeğe alıkonulmuştu. Atatürk, İtalyanlar karşısında cidden parlak bir sonuç almış bulunan güreşçilerimizi teker teker kutlamış, bu arada özel bir sevgi duyduğu sevimli ağır sıklet şampiyonu Çoban Mehmet`e takılmaktan da kendini alamamıştı.

-“Sen herkesi kolayca yeniyorsun Mehmet..” demişti Ata, sonra ilave etmişti “Seninle güreş tutsak beni de yenebilir misin?..” Koca çoban, çocuksu bir mahcubiyet içinde başını önüne eğmişti.

“Sizi bütün cihan yenemedi Paşam, ben nasıl yenebilirim?..”Büyük Atatürk, Çoban Mehmet`in bu cevabı karşısında pek duygulanmış ve aslan yapılı ağır sıklet şampiyonumuzu alnından öpmüştü…

GÜREŞTEN ÇOK İYİ ANLARDI

Atatürk, Florya Köşkü`nde istirahat ettiği günlerde Çoban Mehmet çoğu kez Büyük Mustafa (Çakmak) ile birlikte Florya Plajına gider, orada etraflarını çeviren büyük meraklı topluluğunun ortasında, kumlar üzerinde güreş tutarlardı. Atatürk, Belediye Plajı kumsalında cereyan eden bu güreşi Köşk`ten görür görmez hemen haber salıp pehlivanları yanına çağırırdı. Köşk`te Çoban Mehmet`e takılan, onun zeki cevapları karşsında pek keyiflenen Büyük Atatürk kendileriyle uzun sohbetlerde bulunur, pehlivanlara yemekler çıkarttırırdı. Pehlivanlar Köşkten ayrılırlarken de yaveri vasıtasıyla ceplerine birer zarf koydurtmayı ihmal etmezdi. Zarfın içinden, o zamanlar için pek büyük bir maddi değer taşıyan 50 lira çıkardı enaz.. çoban Mehmet`in Atatürk hakkındaki şu sözleri ilginçtir:

– “Rahmetli Atatürk, güreşten çok iyi anlardı. Buna, bizlere huzurunda yaptırdığı güreşlerde çok şahit olmuşumdur. Biz güreşirken, yaptığımız hataları veya iyi hareketleri anında sezer, bize ihtarda bulunur veya takdirlerini bildiren sözler söylerdi. Onun iltifatlarına nail olmak bizler için sevinç ve gururların en büyüğü olurdu hiç şüphesiz..”

ANKARA`DA YAPILAN GÜREŞLERDE..

Ankara Güneş Kulübü tarafından 10 Mart 1938 Perşembe gecesi Ankara Halkevi Salonu`nda organize edilen ve Ankaragücü, Demir Çankaya, Harbiye ve Muhafızgücü kulüplerine mensup 35 güreşçinin katıldıkları güreş teşvik müsabakalarına Atatürk de ani olarak yüksek huzurlarıyla şeref vermişti. Beraberinde Başbakan Celal Bayar, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Adalet Bakanı Şükrü Saraçoğlu ve manevi kızı havacı Sabiha Gökçen olduğu halde Ankara Halkevi`ne gelen Atatürk, salonu dolduran seyirciler tarafından coşkun tezahüratla karşılanmış ve bu sevgi gösterileri dakikalarca sürmüştü.

O akşam güreşlerin açılış konuşması için kürsüye çıkan Güreş Kulübü kurucularından ve Büyük Atatürk`ün en yakın arkadaşlarından Cevat Abbas Gürer sözlerine şöyle başlamıştı:

– “Türk varlık ve benliğini yaratan sevgili güneşimiz Atatürk`ü Ankara sportmenleri adına en derin duygularımla selamlar ve huzurlarıyla sportmenlerimize şeref veren sayın vatandaşlarıma da saygılarımı sunarım. Aziz vatandaşlarım, biraz sonra bedeni kuvvet denemelerini göreceğiniz pehlivanlar, benzersiz Büyük Önderimiz ve onun kudretli hükümeti tarafından güreşe verilen ehemmiyetin ve gösterilen yüksek ilginin tecelliyati olarak Ankara spor kulüplerinin tertip ettikleri spor müsabakalarının tatbikatını yapacaklardır..”

Güreş sporunun bir tahlilini yapan Gürer sözlerini şöyle bitirmişti:

– `Türk genci! Temiz karunda ve yüksek cevherinde kökleşmiş bulunan bu kuvvetin herşeyden önce en büyük aşıkı yine sen olacakın. Başbuğun (Atatürk) ve büyüklerin senden bunu istiyor. Unutma ki, yezyüzünde en yenilmez kuvveti ifade için “Türk gibi kuvvetli ” derler. Cedlerinin armağanını bugün sen güçlü göğsünde emniyetle her zaman taşıyabilirsin..”

BİR AMELE İLE YAPTIĞI GÜREŞ

Güreş yazan Murat Sertoğlu, güreşten pek hoşlanan Atatürk`ün çoğu kez yanındaki arkadaşlarını güreşmeye teşvik ettiğini, hele iri cüsseli iki yakın dostu Vasıf Çınar ile Refik Koraltan`ı güreştirmekten bilhassa büyük haz duyduğunu yazmaktadır.

Atatürk`ün yakın arkadaşlarından Cevat Abbas Gürer`in bir anısı da bunu doğrulamaktadır. Rahmetli Gürer, “Sel Kitapları”nın “Atatürk Kütüphanesi” dizisinin 8. kitabı olarak yayınlanan “Yakınlarından Hatıralar” adlı eserde bir anısını şöyle nakleder:

“..Bir ağaç dibinin toprağını kabartan ve o civarda yalnız çalışan bir işçinin önünde Atatürk durdu. İşçiye o kadar yakındı ki, çapasının kalkıp inmesinden fırlayan toprakların küçük parçaları Atatürk`ün zarif ve düzgün ayakkabılarını okşuyordu. önünde duran, karşısına dikilen bu kişiye işçi bakmadı bile.

Bu vaziyette epeyce durduk ve seyrettik.

İşçi ne kendine ne de çapasına bir an dinlenme firsatı vermiyordu.

Atatürk`ün: – Nerelisin çocuğum?..
Suali işçiyi doğrulttu, çapasını yere dayattı:
-Kastamonuluyum beyim!
-Kastamonu`nun içinden misin?
-Hayır, köylüğündenim
-Askerlik yaptın mı?
-Yapmaz olur muyum?
-Harp gördün mü?
-Sakarya muharebesinde bulundum, İzmir alındıktan birkaç ay sonra tezkere aldım.
Pehlivan yapılı Sakarya gazisinin cevabından haz ve zevk duyduğu, fakat kendisini tanıtmak istemediği için olacak Atatürk`ün işçiye son sorgusu:
-Sen güreşir misin? oldu. Bu suale kadar ciddi bir çehre ile gözünü kırpmadan cevaplarını veren işçi gülümseyerek mütevazi bir tavır aldı ve:
-Güreşmez miyim? Dedi Ne yalan söyleyeyim; toprağı çapalarken yeri sarsan darbelerine şahit olduğum 30-35 yaşarında, gürbüz yaradılışlı, pişkin vücutlu, yay gibi atik ve tetik bakışlı, çelik bilekli Kastamonulu ile güreşmemi Atatürk`ün teklif edeceğinden heyecana düşmüştüm. Bereket versin başını gülerek bana çeviren Atatürk gözünü kırptı ve işçiye dönerek:

-Benimle güreşir misin? dedi.
-Ben işçiye büyük muhatabını anlatabilmek imkanını ararken Atatürk:
-Bırak çapanı, ileri gel! emrinde bulundu. Bu emre tereddütsüz riayet eden Kastamonulu çapasını bıraktı, ilerledi ve el ense etmeye hazırlandı.
-Ben seri bir hareketle işçinin arkasına geçerken Atatürk ile Kastamonulu güreşe tutuşmuşlardı. Atatürk`ü ciddiyetle, var kuvvetiyle saran ve sarsan Kastamonuludan kurtarmak için, Atatürk`e göstermeden ve hissettirmeden, bir çelme attım, Kastamonulu yere yıkıldı. Fakat hemen ayağa kalkan işçi mağlubiyeti saymadı. Kısa bir münakaşa oldu. Müşkül vaziyetteydim. İşçinin bir ayağımın dayandığı toprağın kaymasından dolayı yıkıldığına, yoksa benim bir müdahalem olmadığına dair teminat verdim.

Atatürk ile işçisi tekrar güreşmek üzere birbirlerinden ayrılabildiler. Kastamonulu katiyen Atatürk`ü tanımamıştı. İşçiden beş-on adım uzaklaştıktan sonra ufak bir mükafaat vermek için Atatürk`ün müsaadesini istedim. Bu gibi vaziyetler de cömert olan Atatürk`ün:

-Bir lira ver! Demesi hayertimi uyandırdı. Teveccüh ve muhabettine güvenerek:

-Biraz sonra zat-i devletinizin kim olduğunu öğrenecektir. Tok gözlü ve alnının teriyle kazanmaya alışmış bu yurttaş sizin lütfunuzu hatıra olarak saklayacaktır. Bari işine yarayacak miktarda verirsek sevindirmiş oluruz, mütalaasında bulundum. Atatürk gülerek, fakat çok manalı kaşlarını çatarak:

-Bir lira yüz kuruştur. Az mı? buyurdular.
-Evet, yüz kuruş işçinin bir günlük yövmiyesidir, cevabında bulunarak sustum.

-Öyle ise on yövmiye ver! emrinde bulundular.
-Döndüm, Kastamonuluya yaklaştım. On lirayı kendisine uzatırken bu sefer işçi.
– Bu parayı bana niçin veriyorsun? Sualinde bulundu.

Koca Türk`ün sebepsiz para almayacağını hissettiğimden:
Mintanın biraz yırtıldı da, yenisini alırsın diyerek parayı kabul ettirebildim. Bu hareket tarzımdan merakı artan işçi:
Sen kimsin beyim? dedi.

-Ben tüccarım, fakat güreştiğin bey bu çiftliğin sahibidir diyerek Atatürk`ü tanımayı işçinin zekasına bıraktım ve büyük adama yetişmek üzere acele yanından ayrıldım. Onbeş yirmi dakika sonra aynı yoldan dönüyorduk. Kastamonulu işçi bizi görür görmez koşarak yanımıza geldi. Heyecanını saklayamıyordu. Hemen Atatürk`ün ellerine sarıldı ve öptü. Yüreğinin bütün samimiyetiyle:

– Demin Atamı tanıyamadım, beni affet. Ben hiç sizinle güreşebilir miyim? dedi.
Atatürk:
– Zararı yok, şimdi burada ikimiz biriz. Devlet ve milletin işleri başında ben senin büyüğünüm, babanım.
Buyurdular ve işçiyi okşadılar, işçinin başını okşadılar..”
Rahmetli Cevat Abbas Gürer`in bu anısında Atatürk`ün Kastamonulu amele ile kendisini güreştirmek isteyeceğinden korktuğunu söylemesi, Ata`nın mahiyetindekilere güreş yaptırmaktan hoşlandığı gerçeğini vurgular.

Bunu yine Cevat Abbas`ın bir başka anısında daha görüp anlamak mümkündür:

” ..Atatürk sporu severdi. Ekseriye hafif cimnastik egzersizleri yapardı. Son yıllarda ise kürek çekmek ve yüzmek başlıca uğraştığı sporlardı. Florya`da gün olurdu ki, bir saatten fazla denizde halk arasında kalır ve yüzerdi. Ağır ağır kürek çekişi pek metodikti. Pehlivanlığı sever, pehlivanları takdir eder, onlarla uğraşmayı zevk edinirdi. Berlin Olimpiyatları`nda Dünya Birinciliğini kazanan hafif sıklet güreşçimiz Yaşar`ın başarı haberinin yarattığı neşeli gece, Atatürk`ün ömrü içinde sayılabilen en coşkun sevinçli gecelerden biri olmuştu.

Bilhassa son yıllarında muhafazasına memur olan erleri Atatürk sık sık çağırır, onları boylarına, sıkletlerine göre eşleştirip güreştirir ve hakemligini bizzat yapardı. Çiftlerin güreş müddetinin yenmek veya yenilmekle nihayete erdiğini kabul etmez, güreşleri devam ettirirdi.

Ve “Türk erleri bütün kuvvetleriyle birbirlerine saldırmalı, candan güreşmeli. Fakat galip ve mağlup onlar için yoktur. Ancak beraberliği kabul ederim” demekle beraber nadiren iltimas ettikleri de olurdu. Sofrada bulunan yakınlarına da seyrek olmakla beraber güreş imtihanından uzakta bırakmazdı. Hepimiz için endişeler doğuran bu imtihan ekseriya dolu mideler esnasında vaki olduğundan tehlikeli de olurdu.

Aynı boy, aynı cüsse ve aynı yaşta olanları karşılaştırmak yakınlarına pek yorgunluk vermezdi ama genç, dinç ve çelik gibi muhafız erleriyle karşılaşmak ve elense etmek kolay değildi. Sıra savuşturmak için sofradan sıvışmak firsatını arayanlanmızla güreş meydanına çağırılanlardan, şaka ve hatır tanımayan ve yalnız Başbuğlarının emrini ifaya hazırlanmış erlerle elele geldikten sonra pes edenlerimiz çok olurdu..”

KORALTAN`A MEYDAN OKUMA

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlarından Fuad Sirmen`in bir anısından Büyük Atatürk`ün bir yaz akşamı Büyükada`daki Anadolu Kulübü bahçesinde otururken açılan bir güreş konusunun hemen ardından, eski T.B.M.M. Başkanlarından Refik Koraltan`ın güreşe davet edişini öğreniyoruz.
Sirmen şöyle anlatıyor:

-“Nasıl oldu, kesin olarak anımsamıyorum, ama bir gün Atatürk, “Benimle güreşecek var mı?” diye sormuşlardı. Soruyu takiben milletvekilleri arasında oturtmakta olan Refik Koraltan`ı seçerek ona “Haydi benimle güreş bakalım, acaba yenebilecek misin?” diye sormuştu.

Refik Koraltan, Atatürk`ün yakından tanıdığı kişilerden biriydi. Onun gür sesiyle açık açık konuşmasından hoşlanırdı. Refik Koraltan, Atatürk`ün bu önerisini biraz ciddiye almış ve cüssesinin verdiği güvenle. Atatürk ile ciddi bir güreş tutmak istemişti. Bu durumu sezen Atatürk, Koraltan`ın omuzuna dokunarak “Sen güreş etmesini bilmiyorsun” demişti. Bu söz üzerine Koraltan şaşırmış ve elense çekmek isteyen eli havada kalmıştı. Sonra Konya Milletvekillerinden Hamdi Bey`e dönerek “Haydi seninle güreşelim” dedi. Ve gerçekten de Hamdi Bey ile güreş oyununun en güzel örneklerini vererek hazır bulunanların takdirlerini kazandılar. Atatürk bu arada kulübe gelen yakın tanıdıklarının çocuklarını da güreştirmekten hoşlanırdı. örneğin Ahmet Emin Yalman`ın oğlu Tunç ile Kazım Özalp`in oğlu Teoman Özalp`i güreştirdiklerini çok iyi anımsıyorum..”

SANATKAR HAZIM`I DA GÜREŞTİRMİŞTİ..

 Atatürk`ün Sofracıbaşısı Cemal Granda, Hürriyet Yayınları tarafından yayınlanan “Atatürk`ün Uşağı İdim” adlı kitabında ünlü sanatçı Hazım Körmükçü`yü nasıl güreştirdiğini şöyle anlatır:

“..Hazım, Atatürk`ün en sevdiği aktörlerden biri idi. Ankara`dan İstanbul`a gittikleri zaman onu sofrasında görmek isterdi. Temsil sonrası otomobilini göndererek bu büyük sanatçıyı saraya getirtir, karşılıklı sanat sohbetleri yapardı. Neşe, espri havası içinde geçen toplantı sırasında çeşitli konular üzerinde görüşülür, tartışılırdı. Yine bir yaz gecesi geç saatlerde Hazım, Atatürk`ün sofrasındaydı.

Konu spora gelmişti. Atatürk sanatçıya şöyle sordu:
– Hazım, hiç spor yaptın mı ömründe?

Hazım, Atatürk`ün güreşi sevdiğini ve çoban Mehmet`i de koruduğunu bildiğinden:

-Gençliğimde biraz güreş yaptım Paşam. diye doğru olmayan bir karşılık verdi.
Aradan beş-altı saat geçmişti. Spor konusu unutulmuştu. Bir aralık Atatürk`ün yaverinin kulağına bir şeyler söylediği gözden kaçmadı. Yaver hemen uzaklaştı. Daha beş dakika bile geçmeden, yanında Muhafiz Alayından seçme, yarı beline kadar çıplak levend endam on pehlivan erle beraber göründü. Herkes şaşırarak, ne olacağını merakla bekliyordu. Az önce söylediklerini unutan Hazım, başına geleceklerden habersiz, gelenlere biraz da şaşkınlıkla bakıyordu. Atatürk keyifli keyifli:
-Kuzum Hazım şunlarla güreş de marifetini görelim, demez mi?

Hazım`da şafak atmıştı. Hemen kendini toparlayıp işin içinden sıyrılmaya çalıştı:
-Aman Paşam, ben gençliğimde güreştim. Güreşi falan çoktan unuttum. Bunlar benim pestilimi çıkarırlar…

Ama Atatürk kararlıydı. İlle de Hazım`ı güreştirecekti. Gülümseyerek:
-Sen neşenle kalpleri tuşa getirmiş adamsın. Bunlar senin karşında dayanır mı? deyince gözleri yaşaran Hazım, Atatürk`ü kıramayacağını anlayarak çaresiz ceketini çıkardı. Kollarını sıvayarak pehlivanların yanına yaklaştı, kulaklarına yavaşça:

-Bak ben pehlivan filan değilim. Şimdi bizim vazifemiz Paşa`yı neşelendirmek. Siz kendinizi boşa bırakın, ben sizi tutacağım, diye onların saflıklarından da yararlanıp masanın önüne kadar getirdi. Boşta duran pehlivanın bir anlık dalgınlığını firsat bilip, hemen elense bile onu yere düşürmeye çalışınca Atatürk:

-Bravo! Bravo. Yaşa Hazım!.. diye bağırdı.
Salon kahkahadan kırılıyordu. Sabaha karşı sofra dağılırken Hazım çevresindekilere:

-Meğer Paşa`mın önünde güreşmek ne kadar zormuş. Kuyruk sokumuma kadar terledim, diyordu..”
Bu olay da Atatürk`ün yanındakileri güreştirmekten ne denli büyük bir zevk duyduğunun bir başka ifadesidir. Çevresindekini güreştirmekten duyduğu zevkin altında da güreşe karşı olan büyük merak sevgisinin yattığı da gerçektir. Güreş, Büyük Atatürk`ün belli başlı tutkularından biriydi muhakkak ki…

GÜREŞ SEVGİSİNİN BİR BAŞKA ÖRNEĞİ..

Büyük Atatürk`ün güreşe karşı olan büyük sevgisini Ferit Celal Güven`in bir yazısından da anlamak mümkündür. Güven bu yazısında diyor ki:

“..Çankaya`da büyük bir salonun ortasında kurulmuş kalabalık bir sofradayız Atatürk, hafızamda bugün gibi canlı kalan sözleriyle Türk milletinin cibilli sporculuğunu izah ediyordu:
“- Benim en çok sevdiğim spor güreştir, dediler ve devam ettiler: Hangi Türk neferini, köylüsünü isterseniz soyup meydana çıkarınız. Dik omuzları, iyi, kusursuz teşekkül etmiş adaleleri, keskin yüz çizgileri, yanık tatlı renkleri, kafa yapıları, insanın ruhuna itimat ve neşe veren bir eser olarak canlanır. Spor yalnız beden iktidarının üstünlüğü sayılmaz. İdrak, zeka ve ahlak da bu işe yardım eder. Zeka ve ihatası kısa olan kuvvetliler, zeka ve ihatası yerinde olan daha az kuvvetlilerle başa çıkamazlar. Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim..

Atatürk, boş zamanlarında çok defa Muhafız Alaylarındaki erlerin güreşmelerini seyreder, onların en küçük teknik hatalarını bulup tashih edermiş.

-Dün yirmi neferin güreşlerini seyrettim. Birbirleriyle kıyasıya güreştiler. Her müsabakanın sonunda bir galip çıkar. Çok ciddi kapıştılar. O kadar ki, gömlekleri parçalandı. Bu derece çetin döğüşmeye ben sebep olmuştum. Gömleklerini ödemem icap ederdi. Kendi gömleklerimi bunlara dağittırdım. Giymelerini söyledim. Hiçbirisi giymedi. Hayretle sebebini sordum:

Köylerimize çocuklarımıza ve evlerimize bundan daha büyük ne götürebiliriz? dediler..
“BURADA GÜREŞLER TERTİPLEYİNİZ!..” Büyük Atatürk, 9 Mart 1930 günü Antalya gezisi sırasında tarihi Aspendos`a giderek orada incelemelerde bulunmuştu. Tarihi tiyatro anfisini pek beğenen Atatürk orada Antalya Müzesi Müdürüne şu direktifi vermişti:

– “Bu tiyatro binasını restore ediniz ama kapısına kilit vurmayınız. Burada temsiller verin, güreşler tertipleyiniz. “

ÇOCUKLUK YILLARINDA..

Büyük Atatürk`ün güreş zevk ve merakının çocukluk yaşlarından kalma olduğunu, çocukluk arkadaşlarından olan eski Ankara Belediye Başkanı Asaf İlbay`ın şu sözlerinden anlamak mümkündür:

-“Çocukluk yıllarında da şık ve temiz giyinmeyi severdi. Kuvvetli ve cesaretli insanlara hayranlık duyardı. Güreşe bayılır, mahalle çocuklarını sık sık güreştirir, seyrine doyamazdı..”

GÜREŞ KONUSUNDA DA BİLGİ SAHİBİYDİ

Güreş Federasyonu Basın ve Halkla ilişkiler Müşavirliğini yapmakta olan eski futbol hakemi ve spor yazarı Veli Necdet Arığ, bir süre Güreş Federasyonu Asbaşkanlığı görevinde de bulunan ünlü futbol adamımız Orhan Şeref Apak`tan dinlediği bir anıyı “Atatürk ve Güreş” adlı eserinde şöyle dile getirir:

-“Büyük Atatürk`ün ölümünden çok az önce idi. 1938 yılının başlarında Cevat Abbas Gürer Güreş Federasyonu Başkanı, ben de ikinci Başkan ve Genel Kaptan bulunuyordum. Serbest stildeki güreş memleketimizde iyice tutunmuştu. Biz o yıllarda Serbest ve Greko-Romencilerimizi karşı karşıya getirerek iddialı bir müsabaka tertiplemiştik. Müsabakalar serbest stilde yapılacaktı. Her yönden iddiali olan bu müsabakayı, güreş sporuna büyük ilgi duyan ve güreşçileri her vesileyle koruyan Atatürk de şereflendirmişlerdi.

Halkevi salonunda yapılan müsabakalara rahmetli Yaşar Doğu ile Celal Atik de katılmışlardı.

Atatürk`ün huzurunda yapılan ve büyük alaka gören müsabakalar Atatürk`ü çok memnun etmişti. Müsabakaların sona ermesi üzerine yöneticileri ve güreşçileri huzurlarına davet ederek, bütün güreşçilerle teker teker meşgul oldular. İş ve aile yaşantıları hakkında kendilerinden bilgi aldılar. Bize dönerek:

-Serbest ve Greko-Romen güreşçilerin müsabakalarını izledim. Benim bu husustaki kanaatim. serbest güreşin bizim bünyemize daha yatkın olduğudur. Bunun üzerinde ısrarla çalışın, göreceksiniz bir gün gelecek şampiyonluklar bir birini kovalayacaktır, buyurdular..”